Beni de sayarsak tası tamamı yüz kişilik mikroevrende yaşayan bir mikrotoplumuz biz. Yarımız kadın, yarımız erkek. Hepimizin de kendimizce mesleklerimiz, işlerimiz, işyerlerimiz var. Hadi ben de muhabir olayım, şöyle böyle. Bir kısımımız görece daha iyi koşullarda yaşarken, çoğunluğumuzun da hali orta. Haliyle bir kısmımızın da durumu pek iç açıcı değil. Gelgelelim hepimizin de tek ortak yanı “yalnızlığımız ve mutsuzluğumuz”.

Elimde mikrofum ve uzatıyorum toplumumun farklı katmanlarından bireylerine. O an aklıma geliyor; “Yalnızlığınızı ve mutsuzluğunuzu giderebilmek için neyi talep ederdiniz?” diye soruvermek. Aman Allahım! Sanki dolmuş taşmışlar da; beni, sorumu beklerlermiş meğer. Uzun uzun haller arz edildikten sonra talepler de bir o kadar sıralanıyor. Kimisi altına adını-soyadını, adresini büyük puntolarla yazıp, imzasını şekillice atarken, bir kısmı da “Adımı yayınlamazsanız sevinirim” diyor ve öylece sıralıyor. Talepler ilgili makamlara saygı ile arzedilirken, kimilerince de ümitsizce “gereği” deyip bırakılıyor.

Neler mi talep ediliyor? Bir bakalım. “Dürüstlük, saygı, sevgi, sadakat, sorumluluk, özveri, hoşgörü, anlayış, sabır vs. Tamamı soruma karşılık bu taleplerini dile getirdikten sonra kendim geliyorum aklıma. Öyle ya; bir ben kaldım yüze. Ben de “aynıları” deyip kestirmeden ifade ediveriyorum taleplerimi. Elimde dilekçeler. “Ee ne olacak şimdi?” Kalakalıyorum orta yerde. Kime, hangi makama sevkedeceğim ki bu yüz dilekçeyi. Herkesin talebi, kendisi dışında kalan doksan dokuz kişiden. Aklım karışıyor bir an. Matematiğim de o kadar iyi sayılmaz. Kendi kendime başlıyorum konuşmaya. İnsan kendisinde olmayanı talep eder. Yoo, bu tam olmadı. Koy onu bir kenara, dursun. Tekrardan başlıyorum düşünmeye. Yüzümüz de aynı şeyleri talep ediyorsak; kim kime verecek talep edilenleri ya da kimse kimseye vermiyor demek ki. Senin doksan dokuz kişiden talep ettiğini, senin dışındaki bir kişi de senin içinde olduğun doksan dokuz kişiden talep ediyor. Onda yok, bunda yok, bende de yok. Hmm, şimdi anlar gibi olmaya başladım hepimizin de vermediklerini talep ettiğini ve neden soruyu “Ne talep edersiniz?” yerine “Neleri verebilirdiniz?” diye tersinden sormadığımı. Belki o zaman anlayabilirdik yalnızlığımızın ve mutsuzluğumuzun vermeden almayı beklemekten kaynaklandığını…